KÜLTÜR VE TOPLUMSAL KURUMLAR
2 – Ekonominin Temel Unsurları
Ekonominin üç temel öğesi vardır; Üretim, tüketim ve bölüşüm. Ekonomik etkinlikler bu üç temel öğe çevresinde oluşur.
a) Üretim (Doğa, emek, sermaye, teşebbüs)
İhtiyaçlarımızı karşılayan malların ana kaynağı doğadır. Günümüzde ihtiyaçlar doğrudan doğadan karşılanmaz. Doğadaki maddeler bazı işlemlerden geçirildikten sonra kullanılır. İhtiyaçlarımızı karşılamak için mal ve hizmetlerin elde edilmesi amacıyla yapılan çalışmalara üretim denir. Üretimde kullanılan doğa, sermaye, emek (iş gücü) ve teşebbüse (girişim) ise üretim öğeleri adı verilir. Üretimin amacı fayda yaratmaktır.
* Doğa; Üretimin ham maddesinin sağlandığı ve üretimin üzerinde gerçekleştiği zemindir. Bir fabrika, toprak parçası üzerine kurulur. Doğadan elde edilen ham madde, doğadan elde edilen enerjiyle mala dönüştürülür. Doğa içerisine her türlü yeraltı ve yer üstü zenginlikleri girer.
Doğa, üretimi ve buna bağlı olarak ekonomiyi etkiler. Toprakların verimli olduğu bölgelerde tarım, dağlık bölgelerde hayvancılık, yeraltı zenginliklerinin olduğu yerlerde madencilik yapılır. Aynı şekilde iklim de üretim üzerinde etkilidir. İklim, yarattığı etkiyle hangi bölgede hangi tür bitkinin yetişeceğini belirler. Örneğin; Akdeniz Bölgesi'nde pamuk üretimi yapılır ve tekstil sektörü gelişmiştir. Bol yağış alan Karadeniz Bölgesi'nde çay üretimi yapılır. Sıcak iklime sahip iç Anadolu Bölgesi Türkiye'nin tahıl ambarıdır.
* Emek (iş gücü); Doğadan alınan maddelerin yapısında, biçiminde, yerinde değişiklik yapmak için harcanan insan enerjisidir. İş gücü olmadan üretimi gerçekleştirmek olanaksızdır.
İş gücü, beden ve beyin iş gücü olarak ikiye ayrılır; Beden iş gücü, fizik gücüne dayanan iş gücüdür. Düşünce üretimine dayanan iş gücüne de beyin iş gücü denir.
İş gücü, nitelikli ve niteliksiz olmak üzere de ikiye ayrılır; Meslekî bilgiye sahip olmayan, onun eğitimim almamış iş gücüne niteliksiz iş gücü denir. Nitelikli iş gücü belirli bir beceriyi kazanmak için yetiştirilmiş, eğitilmiş insanın iş gücüdür. İş gücünün yaptığı üretim karşılığında bir ücreti vardır. Nitelikli iş gücünün ücreti ve verimi daha yüksektir.
* Sermaye (anamal); Malların üretilmesinde kullanılan her türlü makine, araç gereç, bina sermayedir. Bunlara aynı zamanda maddeleşmiş emek de denir. Günlük dilde sermaye, para anlamındadır. Ekonomi dilinde ise insanlarca oluşturulmuş üretim araçlarıdır.
* Teşebbüs (girişim); Mal ve hizmetleri üretmek ve kar sağlamak amacıyla, ekonominin diğer öğelerini (doğa, emek, sermaye) bir araya getirme işini yerine getirenlere girişimci (müteşebbis) denir. Girişimin ekonominin temel öğelerinden biri olup olmadığı ekonomistler arasında tartışma konusudur. Üretim araçları mülkiyetinin olmadığı toplumlarda girişimcinin üretimde oynadığı rolü iş gücünün yerine getirdiği söylenir. Bir diğer tez de günümüzde girişimcinin giderek üretimin dışına düştüğü, yalnızca üretim araçlarının mülkiyetini elinde tuttuğu ve onun tüm işlevlerinin profesyonel yöneticiler tarafından yerine getirildiğidir.
b) Tüketim
İhtiyaçların karşılanması amacıyla bir mal veya hizmetten yararlanmaya Tüketim denir. Tüketim, ekonomik etkinliklerin son hedefidir. İnsanlar, hayatlarında, yaşam düzeylerini yükseltmek için ihtiyaçlarını daha iyi karşılayacak bir tüketim miktarı ve kalitesine ulaşmayı hedef edinirler.
Tüketim malları, dayanıklı mallar ve dayanıksız mallar olmak üzere ikiye ayrılır; Kısa sürede tüketilen mallara dayanıksız tüketim malları denir. Kıyafet, beslenme için kullanılan maddeler (ekmek gibi) dayanıksız mallardır. Uzun süre kullanılarak tüketilen mallar dayanıklı tüketim malları olarak adlandırılırlar. Buzdolabı, otomobil, ev gibi mallar uzun süreli kullanılan mallardır.
Tüketim miktarı toplumun refahı hakkında düşünce sahibi olmamızı sağlar. Ekmek, et, süt, kâğıt… vb. Malların tüketim istatistikleri, toplumun yaşam düzeyini ortaya koyar. Gelir düzeyi yüksek gelişmiş toplumlarda et, süt, kâğıt tüketimi yüksek iken, az gelişmiş ülkelerde bunlar düşük, ekmek tüketimi yüksektir. Toplumda tüketimi belirleyen en önemli etkenlerden biri de kültürdür. Örneğin; Müslüman toplumlarda sarhoş edici içkilerin dince yasaklanması, bu içkilerin tüketimini azaltmıştır.
Tüketim ile yakından ilgili bir kavramda tasarruftur. Tasarruf, yapılan üretimden elde edilen gelirin tüketim için kullanılmayıp bir kenara ayrılan kısmıdır. Bir kişinin veya kurumun, geleceğini ekonomik yönden garanti altına almak veya yakın gelecekteki bir harcamasını karşılamak için gelirinin bir kısmım biriktirmesi tasarruftur. Tasarrufun üretim için kullanılmasına da yatırım denir. Tasarrufların önemi, küçük veya büyük yatırımların kaynağı olmasında ortaya çıkar. Üretim yapmak veya üretimin kapasitesini daha da artırmak için kurulan tesisler ve bu amaçla kullanılan parayı yatırım için değerlendirmek ekonomiyi canlandırır. Tasarruflar ikiye ayrılır:
* Gönüllü tasarruflar; Bireylerin veya kurumların kendi istekleriyle yapmış oldukları tasarruflardır. Bir kişinin araba almak için her ay ayırdığı para, gönüllü bir tasarruftur.
* Zorunlu tasarruflar; Devletin ve kamu kuruluşlarının bütçe gelirlerinin bir bölümünü yatırımlara ayırması ya da bu amaçla yasa çıkarılarak yeni vergiler alınması yoluyla yapılan tasarruflardır. Kamu görevlilerinin maaşlarının belli bir kısmının tasarruf amacı ile kesilmesi, örnek olarak verilebilir.
c) Bölüşüm
Üretim süreci sonunda elde edilen değerin, üretim etkenleri arasında dağıtılmasına bölüşüm denir. Üretim; iş gücü, doğa, sermaye ve girişimci tarafından gerçekleştirildiği için bu etkenler yaratılan değerden paylarını alır. İş gücünün gelirine ücret, girişimcinin gelirine kâr, doğadan elde edilen gelire rant, sermayenin gelirine faiz denir.
Bölüşüm, bir toplumda toplam ulusal gelirin ülkedeki tüm bireylere paylaştırılmasıdır. Bir ülkede bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerlerinin brüt toplamına Gayrisafi millî hâsıla (GSMH) denir. GSMH'den sermaye mallarının yıpranma payının (amortisman) ve dolaylı vergilerin düşülmesi ile ulusal gelir elde edilir. Bu gelir, bir ülkede bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin para ile ifade edilen net toplamıdır. Ulusal gelirin ülkenin nüfus sayısına bölünmesiyle kişi başına düşen ulusal gelir elde edilir.
Ulusal gelirin büyüklüğü ve küçüklüğü o ülkenin zenginliğinin bir göstergesidir. Kişi başına düşen ulusal gelir bir soyutlamadır. Ülke içerisinde gerçekte kişilerin, sınıfların payına farklı oranlarda ulusal gelir düşer. İşte bu oransal dağılım o ülkedeki adalet ve refah düzeyini gösterir. Ülkedeki gelir dağılımını hesaplamak için şu yöntem kullanılır; Ülke nüfusu gelir durumları dikkate alınarak beş eşit dilime ayrılır. Toplam nüfusun % 20'sini oluşturan 1. dilim en düşük gelir elde edenleri; 2, 3 ve 4. dilim kademe kademe biraz daha yüksek gelir elde edenleri; 5. dilim ise toplumdaki en üst gelir elde eden % 20'lik kesimi kapsar. Her dilimin ulusal gelirden aldığı pay hesaplanır.
Ulusal gelirin dağılımı, fonksiyonel dağılım ve bireysel dağılım olmak üzere ikiye ayrılır;
* Fonksiyonel dağılım (işlevsel dağılım); Ulusal gelirin, onun oluşumuna katkısı olan üretim etkenleri arasındaki dağılımıdır. Doğanın aldığı pay rant, emeğin ulusal gelirden aldığı pay ücret ya da maaş, sermayenin aldığı pay faiz, girişimin aldığı pay ise kâr adını alır.
* Bireysel dağılım; Bireylerin ya da bireylerden oluşan toplumsal grupların ulusal gelirden aldıkları paylardır. Bireysel dağılım, ülkedeki gelir dağılımının adaletli olup olmadığının ve refah düzeyinin göstergesidir. Kişi başına düşen ulusal gelir, gelişmişlik derecesinin göstergelerinden biridir.
İş Bölümü ve İş Birliği
Ekonomik etkinliklerde üretimin bölümlere ayrılmasına ve her birinin ayrı kişiler tarafından yapılmasına iş bölümü denir. Toplumsal gelişme ile birlikte toplumların yapısına göre iş bölümü gelişmiş ve çeşitli meslekler ortaya çıkmıştır. Ayrıca nüfus artmış, şehirler çoğalmış, fabrikalar açılmış, üretim teknikleri gelişmiştir. Bunun sonucunda da ileri bir iş bölümü ortaya çıkmıştır. Avukatlık, doktorluk, fırıncılık gibi işlerin uzman kişiler tarafından yürütülmesi veya bir otomobil fabrikasında, otomobilin çeşitli parçalarının değişik kimseler tarafından yapılması iş bölümüne örnektir. İş bölümü bir zorunluluktur. Çünkü toplum yaşamı içinde insanların gereksinim duydukları mal ve hizmetlerin tamamını kendilerinin üretmeleri zordur.
İş bölümü üretimin düzeyini, verimin artırır; toplumsal, ekonomik gelişim ve değişimi hızlandırır.
İş bölümü ikiye ayrılır;
* Meslekî iş bölümü; Toplumda değişik mesleklerin oluşması ve her bölümde uzmanlaşmanın doğması, meslekî iş bölümünü ortaya çıkarmıştır. Bu, sosyal gelişmenin bir sonucudur. Toplumların gelişim evrelerine ve nüfus artışlarına paralel olarak gereksinimleri de artmıştır. İnsanlar farklı işler yaparak o işlerde uzmanlaşmış, böylece çeşitli meslekler ortaya çıkmıştır.
* Teknik iş bölümü; Kitlesel üretim yöntemlerinin gelişmesi ile beraber iş bölümü, bireyin yeteneğine göre değil, işin özelliğine göre düzenlenmiştir. Böylece teknik iş bölümü oluşmuştur. Bu iş bölümü türü kapitalist ekonominin gelişmesi sürecinde büyük pazarlara yönelme ve talebi karşılayacak büyük ölçekli üretim yapma zorunluluğu nedeniyle ortaya çıkmıştır.
Teknik iş bölümü, üretimi artırmak amacıyla bir işin kısımlara ayrılmasıdır. Hızlı ve çok üretim için teknik iş bölümü zorunludur. Üretim etkinliklerinin çeşitli basamaklarında çok sayıda insan çalışır, örneğin; bir otomobil fabrikasında işler ünitelere ayrılır ve her parçanın yapımı değişik makineler tarafından gerçekleştirilir. Her bir parçayı üreten makinelerde kişilerin çalışması ve her parçanın ayrı kişiler tarafından üretilmesi, teknik iş bölümünü oluşturur.
İş bölümünün hem olumlu hem de olumsuz yönleri vardır.
İş bölümünün olumlu yönleri;
* İnsana kendi yeteneği doğrultusunda istediği alanda çalışma olanağı sağlar.
* İnsanın belli bir iş alanında çalışması onu uzmanlaştırır, mesleğinde yenilikler yapmasını sağlar.
* İş bölümü ile kısa zamanda üretkenlik artar.
* Uzmanlaşma ile nitelikli mal üretilir.
İş bölümünün olumsuz yönleri;
* Hep aynı işi yapmak insanda bıkkınlık yaratır ve insanı adeta makineleştirir.
* Her zaman aynı işi yapmak zorunda kalan insan, artık yaptığı işten zevk almaz, giderek iş bir angarya halini alır.
* Uzmanlaşmanın çeşitlenmesi, iş gücünün yetiştirilmesini güçleştirir. Eğitim için ayrılan zaman ve kaynağı artırır.
Her toplum sahip olduğu değerler sistemi içinde iş birliği yapar, iş birliği, insanlar arasında bir duygu ve düşünce bağı yaratır, grup dayanışmasını güçlendirir. Böylece, toplumun varlığı süreklilik kazanmış olur. Türk toplumunda görülen yoksula yardım, imece gibi durumlar iş birliğinin güçlü örnekleridir. İş birliği ile zamandan tasarruf sağlanır.
Değişim; Bir mal ya da hizmeti başka bir mal, hizmet ya da para ile değiştirme eylemidir. İnsanlığın gelişimi sürecinde farklı şekilleri görülmüştür. Değişim, pazar ekonomisinin gelişiminden önce genel olarak eşit değerdeki mal ve hizmetlerin karşılıklı takası şeklinde olurdu. Bu tür değişime trampa denir. Günümüzde değişim para karşılığında yapılmaktadır.
Para; İstenilen anda istenilen mal ve hizmeti almayı sağlayan değişim aracıdır. Şimdiye kadar altın, gümüş ve değersiz madenlerden oluşan alaşım–kâğıt gibi çeşitli paralar kullanılmıştır.
Paranın üç önemli özelliği vardır;
* Para bir değer ölçüsüdür. Malların ve hizmetlerin değerlerini gösterir ve değişim koşullarını ifade eder. Pazara gittiğimizde aynı tür ürünlerin fiyatlarını inceleyip karşılaştırmasını yaparız ve birini seçeriz.
* Para bir değişim aracıdır. Mal ve hizmetlerin değerlerinin simgeleştirilmesidir. Belirli miktar parayla hangi mal ve hizmetleri alabileceğimizi gösterir. Bu nedenle takastaki (trampa) zorlukları ortadan kaldırır.
* Para bir değer taşıyıcısıdır. Bir değer ölçüşü ve değişim aracı olduğu için bir birikim aracı da olur.
Enflasyon; Mal ve hizmetlerin fiyatlarının yükselmesi ve paranın satın alma gücünün düşmesi olayıdır.
Ekonomide, fiyatların sürekli yükselmesi yüksek enflasyonun bir sonucudur. Enflasyonun nedeni; fiyat düzeyinde talebin, toplam arzdan fazla olmasıdır. Başka bir deyişle tüketime yanıt verememek, yeterli malı piyasaya sunamamaktır. Enflasyonun en önemli belirtisi, piyasadaki para miktarının dengeyi bozacak ölçüde artması ya da mal arzının artan talebi karşılayamaması ve sonuçta piyasada fiyatların yükselerek paranın değerinin düşmesidir.
Fiyatların sürekli artışı sabit gelirlilerin (ücret ve maaşla geçinenler vb.) ve alacaklıların zararına bir durum oluşturur. Spekülatörler ve borçlular ise enflasyondan yarar sağlarlar. Paranın değerinin sürekli olarak düşmesi sonucu, tasarruf yapan kişi parasını arsa, bina, altın, döviz gibi mallara yatırır. Böylece; tasarruflar, ekonomiye pek katkısı olmayan alanlara gider. Yüksek enflasyon dönemlerinde iç piyasadaki fiyatların yükselmesi sonucu dış satım azalır, dış alım artar. Dış ödemeler dengesinde açık oluşur.
Enflasyon tüketimi artırır. Gelir düzeyi yüksek olanların tüketimi artar. Gelir düzeyi düşük olanların tüketimi ise azalır. Tüketimin artması, tasarrufları azaltır. Yeterli tasarruf olmayınca da yatırım yapılamaz. Enflasyon sonucunda toplumda gelir dağılımı dengesizleşir. Bu durum uzun süre devam ederse toplumsal değer yargıları aşınır ve gücünü yitirir.
Özetle enflasyon, fiyatların sürekli artması, yaşamın pahalılaşması ve paranın sürekli olarak değer yitirmesidir.
Revalüasyon; Ülke parasının değerinin döviz (yabancı ülke paraları) ve altına göre yükseltilmesidir.
Devalüasyon; Bir ülkenin ulusal parasının, altın veya yabancı ülke paralarına göre değerinin düşürülmesidir. Devalüasyonun yapılış amacı, enflasyonun neden olduğu iç ve dış piyasadaki fiyat farkını ortadan kaldırmaktır. Ayrıca dış satımın artırılması ve dış alımın sınırlandırılmasıyla dış ödeme dengesi açıkları giderilmeye çalışılır.
Deflâsyon; Fiyatların düşmesi ve paranın satın alma gücünün yükselmesi olayıdır. Deflâsyon, enflasyonun tersi bir durumdur. Deflâsyon baş gösteren bir ekonomide üretim artışı yavaşlar, fiyatların düzeyi düşme eğilimi gösterir. Ayrıca deflâsyon kavramı, canlılığını yitirmiş piyasanın durumunu anlatmak için de kullanılır. Para ve kredi darlığı, yatırımların düşmesi, tüketim ve devlet harcamalarının yavaşlaması, dış satımın tıkanması durumlarında deflâsyon oluşur.
Deflâsyonun en belirgin göstergesi, piyasada talebin azalması nedeniyle fiyatların düşmesidir. Fiyatların düşmesi ile birlikte yapılan üretim zamanla azalır ve firmalar sonunda kapanır. Üretimin bu duruma düşmesi ile işverenler işçi çıkarma yoluna giderler ve toplumda işsizlik oranı artar. Deflâsyon, toplumda ekonomik ve sosyal huzursuzluğa neden olur.
Stagflâsyon; Büyüme hızının düştüğü, hatta gerilemenin görüldüğü ve sürdüğü, bunun yanı sıra önemli düzeyde işsizliğe karşın fiyat ve ücretlerin arttığı bir ülkenin içinde bulunduğu durumdur.
Kliring; İki ülkenin aralarındaki mal alış verişlerini kendi ulusal paralarıyla yapmak üzere anlaşmalarıdır.
Kambiyo; Uluslar arası ticaret için gerekli dövizin devlet tarafından sağlanması, alınması ve satılmasıdır.
Akreditif; Uluslar arası ticarette döviz kullanımında bankaların verdiği garantidir.
Konvertibilite; Bir ülkenin ulusal parasının dünya piyasalarında ve uluslar arası ticarette alınır satılır olmasıdır.
Likidite; Herhangi bir servetin uluslar arası paralar cinsinden değeridir.
Damping; Bir malın değerinin altında satılmasıdır.
3 – Ekonomik Sistemler
Ekonomik sistem, bir toplumda ekonomik olayların ve öğelerin (üretim, tüketim, bölüşüm vb.) tümünü düzenleyen sistemdir. Ekonomik sistem ifadesi içinde üretim araçlarının mülkiyeti, malların kimin için üretileceği, servetin bölüşümü, üretimde kullanılan araçların teknik düzeyi gibi öğeler yer alır. Hangi malların ne miktarda, hangi yöntemle ve kimler için üretileceği sorularına verilen yanıtlara göre değişik ekonomik sistemler ortaya çıkmıştır. Bu sistemlerden başlıcaları kapitalist ekonomi, sosyalist ekonomi ve karma ekonomi olarak bilinir.
a) Kapitalist Ekonomi Sistemi
Kapitalist sistemin özü, üretim araçları mülkiyetinin özel kişilere ait olması ve üretimin pazar için, diğer bir deyişle kâr elde etmek için yapılmasıdır. Sanayileşmenin hızlanmasıyla kapitalizm, 18. yüzyıldan sonra olgunlaşarak bir sistem haline gelmiştir. Bu dönemde üretim araçlarının, teknolojinin ve üretimin gelişimi insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir artış göstermiştir. Kapitalist ekonomi sistemi, sanayileşme sonucunda bireylerde girişimci bir ruh yaratmış, kişisel girişim ve serbest rekabet (yarışma) ortamı oluşmasını sağlamıştır.
Kapitalist ekonomi sistemi; beslenme, barınma, giyinme gibi temel gereksinimlerin giderilmesi için kurulan küçük ortaklıklar (basit meta üretimi), serbest rekabetçi ve tekelci olmak üzere üç aşamadan geçmiştir. Basit meta üretim, bireylere veya küçük ortaklıklara özgüydü. Bu dönemde çalıştırılan işçi sayışı az, üretim belli bir düzeyde idi. Serbest rekabetçi dönemde işletmeler büyümüş, işçi sayışı artmış, ticaret gelişmişti. Devletin ekonomiye müdahalesi yoktu. Pazar koşulları içinde, “Bırakanız yapsınlar bırakınız geçsinler.” ilkesi doğrultusunda sistem işliyordu. Ancak üretimin artması, bazı şirketlerin giderek büyümesi ve pazar paylaşımı içerisinde tekelci birliklerin oluşmasıyla tekelci kapitalizm aşamasına geçildi.
Kapitalist ekonomi sistemi; İşverenler ve İşçiler, olmak üzere iki sınıftan oluşur.
Kapitalist üretimin amacı kâr elde etmektir. Bu nedenle hangi malların, hangi miktarlarda üretileceği kâra göre belirlenir. Temel gereksinimlerin üretimi, lüks malların gerisinde kalabilir. Girişimciler, yatırım malları üretimi yerine kârlı olduğu için tüketim malları üretimine yönelebilirler.
Piyasa ekonomisi içinde girişimciler arasında yoğun bir rekabet vardır. Bu durum holding, kartel, tröst gibi tekelci birlikleri ortaya çıkarmıştır. Günümüzde ise çok uluslu tekellerin sayısı ve gücü giderek artmıştır. Bu tür kuruluşların ekonomi içindeki etkinliğinin artması hem toplum, hem de küçük ve orta işletmelerin zararına olmaktadır.
Kapitalist ekonomi sisteminde üretim ve tüketim kararları piyasalarda oluşur. Ancak üretim bazen o kadar yüksek noktaya ulaşır ki bu üretim fazlası, rekabet gereği girişimcilerin malların fiyatlarını düşürmesine neden olur. Bu nedenle, üretim fazlasından kaynaklanan kâr düşmesinin getirdiği krizler yaşanır. Sürekli büyüyen kâr sağlanamazsa ekonomi sistemi bunalıma girer. Büyük bunalım dönemlerinde sistem çöker. Bu krizlerde birçok şirket iflas eder, sahipleri el değiştirir. Milyonlarca insan işsiz kalır. Tonlarca ürün fazlası imha edilir. Üretim araçları tahrip olur. Ülkeler arası ekonomik, politik etkileşimin yoğun olduğu günümüzde bir ülkede başlayan kriz birçok ülkeye hızla yayılır, aynı sonuçları doğurur.
Gelişmiş kapitalist ülkeler, hızla artan üretim nedeniyle hem daha çok ham madde hem de daha çok pazar bulmak zorundadırlar. Bu da emperyalizmi ortaya çıkarmıştır. Emperyalist ülkeler az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeleri sömürgeleştirmekte, kendi çıkarları doğrultusunda onların doğal ve insan kaynaklarını kullanmakta; ekonomi, siyaset ve kültürlerini yönlendirmektedirler.
Emperyalist ülkeler, dünya pazar paylaşımının belli bir doygunluk noktasına gelmesiyle birbirlerinin pazarlarına ve sömürgelerine girmek isterler. Bu da savaşlara neden olur. I. ve II. Dünya savaşları bu nedenle ortaya çıkmıştır.
Kapitalizmde girişimciler, amaçları daha fazla kâr elde etmek olduğu için her türlü maliyeti en alt düzeyde tutmak isterler. Bu durum daha az işçinin düşük ücretle çalıştırılmasına, üretilenlerin daha yüksek kârla satılmasına yol açar. İşçiler ile işverenler arasındaki gelir dağılımında uçurum oluşur. Bu da işçiler ve işverenler arasında bir gerilime neden olur. Ayrıca sanayi kuruluşlarında gerekli önlemler alınmadığı için çevre tahribatı da ortaya çıkar.
b) Sosyalist Ekonomi Sistemi
Sosyalist ekonomi sistemi, Sanayi Devriminden sonra kapitalizmin hızla geliştiği 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Kapitalist ekonomi sisteminde, çalışanların toplumsal hakları yok denecek kadar azdı. İnsanlar uzun süreli ve az ücretle çalışıyorlardı. Daha sonraları, çalışanlar üretimden daha çok pay almak istediler. Bu düşünceler doğrultusunda sosyalist ekonomik sistem ortaya atıldı.
Sosyalist sistemin öncüleri Karl Marx ve Friedrich Engels'tir. Marx ve Engels'e göre sosyalizm, komünizmin bir alt aşamadır. Sosyalist toplum, komünist topluma geçişin ekonomik, politik, kültürel hazırlığının yapıldığı bir geçiş toplumudur.
Sosyalist ekonomi sisteminde sınıflaşmayı ve eşitsizliği yarattığı düşünülen üretim araçlarının özel mülkiyeti kaldırılmıştır. Bu sistemde egemen olan sınıf işçi sınıfıdır. Üretim araçlarının sahibi devlettir. Üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ücretli işçi çalıştırılması yasaklanmıştır. Bu nedenle işçi–işveren gibi bir sınıflaşma yoktur.
Ekonomi, kapitalizmde olduğu gibi piyasa koşulları içinde yürümez. Kapitalizmin bunalımlara ve kaynak savurganlığına neden olduğu düşünüldüğü için planlı ekonomi vardır. Merkezî planlamalarla hangi sektörün neyi, ne kadar üreteceği, kaç kişinin çalışacağı, hangi yatırımların yapılacağı vb. durumlar tüm ülke çapında belirlenir. Üretimin amacı kapitalizmde olduğu gibi kâr elde etmek değil, toplumsal gereksinimlerin karşılanmasıdır. Bu da planlı ekonomi ile sağlanır.
Sosyalist ekonomi sistemim benimseyen bazı ülkelerde iki tür işletme vardır; Birincisi, tamamen sosyalist ekonomi ilkelerine dayanan devlet işletmeleri Sovhozlar; ikincisi, küçük üreticileri birleştiren ortak işletmeler Kolhozlardır. Kolhozlar, köylerde çiftçileri gruplar halinde birleştiren, ortak çalışmanın ürününü yine onların mülkiyetine bırakan ancak ürünü devlet tarafından satın alınan işletmelerdir. Ayrıca kolhoz üyelerinin kendilerine ait belli miktarda toprak ve belli sayıda hayvan mülkiyetleri vardır. Sosyalizmin ilerleyen aşamalarında, kolhozların sovhozlara dönüşümü ve bu özel mülkiyet biçiminin kaldırılması hedeflenir.
Sosyalizmde ücretler belirli payların kesilmesinden sonra kalanın dağıtılması şeklinde oluşur. Bu paylar; yatırımlar için gerekli pay, üretim araçlarının yıpranma payı ve sağlık, eğitim gibi kamusal gereksinimleri karşılayacak paylardır. İş gücünün niteliği, verimi, çalışma süreleri ücretleri etkileyen etkenlerdir. Toplumda henüz tam eşitlik sağlanamadığı için ücretlerde de eşitlik sağlanamamıştır. Ancak ücretlerin oranı yine devletçe belirlenir.
Sosyalizmde bölüşünüm temel ilkesi “herkese ürettiği kadarıdır.” Komünizmde ise “herkese gereksinimi kadarıdır.” Herkesin ihtiyaçlarının en iyi biçimde karşılanabilmesi için sanayinin ve üretim araçlarının geliştirilmesi, verimliliğin artması zorunludur. Bu nedenle ağır sanayiye, yatırım malları üretimine büyük önem verilir.
Ekonominin geliştirilmesini, verimli bir düzeye gelmesini, toplumda var olan her türlü eşitsizliğin kaldırılmasını düzenleyecek olan sosyalist devlettir. Sosyalizmde burjuva sınıfı kaldırılmakla birlikte dost olarak adlandırılan sınıfların varlığı (işçi, köylü, küçük üretici) belli ölçülerde sürdüğü için devlet de vardır. Ancak bu, proletarya (işçi sınıfı) devletidir. Sosyalist devlet her türlü eşitsizliği kaldırmayı hedefler ve bunu yaparken son aşamada kendisinin yok olacağını bilir. Sosyalistler her türlü eşitsizliğin yok olduğu, üretimin herkesin gereksinimini karşılayacak kadar sınırsız arttığı, insanlarda ortaklaşa yaşama bilincinin geliştiği düzeye gelindiğinde devletin sönüp gideceğini, yok olacağını söylerler (Komünist aşama). Onlara göre, komünist toplumda sınıflar tamamen ortadan kalktığı için bir baskı aracına da gerek kalmayacaktır. İnsanlar, ekonomiyi ve toplum yaşamını devlet olmadan düzenleyebilecek kadar gelişkin olacaklardır.
Sosyalizmin pratik olarak uygulaması ilk kez 1917'de Ekim Devrimi ile Sovyetler Birliği'nde başlamıştır. Sosyalizmin kurumsallaşmasında çeşitli sorunlarla karşılaşılmış ve süreç içerisinde kapitalizme geri dönüş yaşanmıştır. Ekonomistler, siyaset bilimciler, sosyologlar bu geri dönüşün 1989'dan çok önce başladığını saptarlar ve şu sorunları ortaya koyarlar;
* Yönetim toplumsallaştırılamadı.
* Kişi özgürlükleri kısıtlandı.
* Devlet sönüp gitmek yerine kendini daha da güçlendirdi.
* Yönetim erkindeki bürokratlar ayrıcalıklar kazandılar.
* Çalışanlar yönetimin dışında kaldılar. Bu nedenle üretimden uzaklaştılar ve verim düştü. |